Bugün sözlerim : Ak Parti genel başkan yardımcısı Mahir Ünal’a Telefon, su bardağı, çöp dağları var mı yok mu sorusuna ilave : İlaç kuyruklarını, doktor aramalara girmeyeceğim ! Gecelik faizlere dokunmayacağım.. Üniversite kapılarından baş örtülü olduğu için atılan kızlarımızı yazmayacağım.. Namaz kıldığı için : kamu kurumlarından ihraç edilenleri hiç yazmayacağım.. Suç işleyen kamu görevlisinin : Doğuya sürgüne gönderilerek, devletin adını lekelediğimiz o günleri de yazmayacağım.. Faiz, Rüşvet, faili meçhul cinayetler, Çekiç gücün PKK silah verdiğini, Askerin polisin PKK selam verdiği günleri de yazmayacağım.. 1968 den 2021 yılına kadar gelen televizyon yayın tarihini de yazmayacağım.. Dağdaki çobanın cep telefonu, çoban fatmanın tabletle liseyi okumasında yazmayacağım.. Sen ne dedin , ben ne dedim onu da yazmayacağım ! Sayın Mahir Ünal bey: Bizim çocukluğumuzda : Pirinç pilavı zenginlerin evinde pişer yada belli başlı zenginlerin gittiği lokanta da pişer orda yenirdi.. fakir – fukara sadece adını duyardı.. ÇUKOBİRLİK’ten iki kilo pirinç almak için babam beni battaniye ye sararak sıraya sokup, iki gece kapı önünde yatırmıştı.. O dönem : her şey kuyrukla satılır , alan kendini şanslı sayardı.. Evimizde : elektrik yoktu, gaz lambası misafir gelirse yanardı.. çıra ile oturulur , yatsı namazını kılar kılmaz yatağa girerdik.. Lüküz , düğünlerde yanardı.. Soba sadece bir yerde yanar, onun etrafında oturur orada hep bir arada yatardık.. Telefon yoktu, böyle bir masrafımızda yoktu.. Su parası hiç ödemezdik: Çünkü evimizde asri su yoktu, mahalle meydan çeşmesinden satırla su taşırdık.. Bir zeytini üç defa ısırarak yerdik.. Sabahları bakkaldan üç yumurta alır, beş kardeş yarım yarım ekmek arası , dürümü yaparak yerdik.. Çorba varsa: başka yemek yapılmazdı.. Bulgur pilavı yapıldı ise : Yanına kışın kuru soğan kesilir, yazın ise elimize geçerse domates salatası yapılırdı.. Makarnayı ekmekle yerdik.. Saraçhane den aldığımız bir lahmacunu çarşı ekmeğine sararak karnımızı doyururduk.. Portakal, elma, kale dibinde Kireççi sokağı girişinde cemekanda satılırdı.. hasta ziyaretine giderken, bir elma bir portakal alınarak gidilirdi. Tarhana, Bulgur, ekmeklik un, salça, yağ bir kışlık içeri koyan , 50-60 yaşındaki adamlar sokak da dam başında gülle oynar döveme çevirilerdi.. Zenginler : teneke ile peyniri kış için suyun gözünde saklarlar ve kışın yerlerdi. Bu örnekleri bir kitap yazacak kadar çoğaltmak mümkün: Ancak, o gün ile bugün arasında – Dünya ile Mars arasındaki mesafe kadar mesafe var.. Evde : en az 3 çeşit reçel var, bal var, yağ var, yumurta 30’luk koli ile 5 çeşit peynir, 4 çeşit zeytin var ama yine de bizim çocuklar evde yiyecek bir şey yok , diyorlar, sabah kahvaltısı için dışarı mı gitsek diye bir birine soruyor.. Tüm bu anlattıklarım bir gerçek : Zengin çok zengin oldu.. Fakir de bir o kadar fakirleşti, Zengin: bir akşam yemeğine dışarda 5 bin TL vere biliyor, fabrikasında çalışan işçisi ise bir ayda 2 bin 650 TL zor alıyor.. Markete gidiyorum: evin bir haftalık gıda ihtiyacını alıyorum, en az 750 TL para gidiyor, eti yok, ekmeği yok.. Marketler, manavlar can yakıyor.. Merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın orta direği bugün beli kırıldı can çekişiyor.. ortak direk diye bir şey kalmadı, bir alt tabaka var bir tavan var.. Cep telefonumuz var konuşamıyoruz.. Bardağımız var ama : su içemiyoruz.. Manavda , markette her şey var ama bir türlü alıp yiyemiyoruz.. Sözün sonu : Ne vardı ? Ne yoktu, sorusunu bir kenara bırakarak bugünün gerçeklerine bakalım sevgili dostlar.. Bizden söylemesi.. İyi günler..