Şiir Yarışmaları Jürileri neyi beğenir, nasıl beğenir? Bu iki soru Üniversitelerin Edebiyat Fakültelerinde yüksek lisan programlarında, hatta doktora programlarında tez konusu olacak ciddi bir konu, ancak üzerinde hiçbir araştırma yapıldığını sanmıyorum.
Adamlar Şiir Jürisi olarak belirlenmiş, neyi nasıl beğenirler? Bilene aşk olsun.
Yukarıdaki iki soruya bir de şu üçüncü ve dördüncü soru eklenmelidir. “Şiir Yarışması Jürileri nasıl belirlenir? Kim belirler?”
Bu soruları esas alan bir tez çalışması yapılır, inşallah.
Edebiyat Fakültelerinde bu hususta bir çalışma yapılır mı yapılmaz mı bilmiyorum. Tek bildiğim, “tam bir komedi esasında Şiir Yarışmaları ve Şiir Jürileri.”
Şiir Yarışmaları jürilerinden oy alan ve seçilen şiirleri halkın da görüşlerine sorarak bir yüksek lisans tezi yapılamaz mı?
Sözü uzatmadan söyleyeyim, “Şiir Yarışmaları ve Jürileri”, yüksek lisans, hatta doktora tezi konusu olmalıdır. Millet ile tam zıt Şiir yarışması Jürileri var bu Ülkede! Bu husus araştırılmalıdır en başta.
Ve o hazırlanacak tezde Ülkemizin edebiyatının gelişim için şiir yarışması ve jürileri, enine-boyuna araştırılmalı ve incelenmelidir.
Bu önerimi burada belirttikten sonra, ben yazıma kaldığım yerden devam edeyim:
Milletin beğenisinden 100 alan şiire 1 verir mi verir adamlar.
Çünkü adamın bakışı ve keyfi başka.
Adam uyduruk-kaydırık sözlerden zevk alıyorsa, Mehmet Akif misali hakikate ve gerçekliğe dayanan şiire hiç puan verir mi?
Adam işkembeden sallama mısraları, entel-dantel kahvelerde dillendiriyorsa, hiç Anadolu’nun bağrından çıkan seslenişlere puan verir mi?
Ah, ah! Ah Anadolu’m ah! Sen kimlerin eline kalmışsın.
Edebiyatın işkembeden sallayan güruhun pençesinde, ele geçirmişler. Maalesef.
Ah, ah! Ah Anadolu’m ah! Sen kimlerin eline kalmışsın.
Kültürün, sanatın cicili-bicili, oyalı-boyalı güruhun yağlı avuçlarında, tutsak olmuş.
Ah, ah! Ah Anadolu’m ah! Sen kimlerin eline kalmışsın.
Şiirin gelişmiyor, geliştirilmiyor, çünkü adeta uzayda kaçan, dağdan-dağa kaçan tipler, bir şeyler saçmalıyor ve aynı tipler, o saçma sözleri (güya) şiir adına alkışlıyor.
Türk şiirinde gelinen nokta itibariyle, kalite diplerde, çünkü çember altına bir yerleşim yerine nasıl alırlarsa, şiir de çember altında ve o çemberin içerisine, hakikati yazan, doğru-dürüst sözler söyleyen alınmıyor ve onlar dışlanıyor.
Kimler peki, çemberin içerisinde, kendine göre iki okkalı, üç tumturaklı söz söyleyen hemen şiir çemberine alınıyor, şiirde hakikati ve Anadolu yankısını esas alanlar ise dışlanıyor.
İddia ediyorum, şimdiki şiir yarışması jürilerine Mehmet Akif, “İstiklal Marşı”, Necip Fazıl “Çile”, bir Abdurrahim Karakoç “Hekim Beğ” şiiriyle katılsalar dereceye asal ve asla giremezler.
Ben bu hususu böyle net ve biraz da duygulu bir şekilde belirtirken, asıl olarak şiirde geri kalmışlığımızı ve bir Necip Fazıl, bir Mehmet Akif, bir Abdurrahim Karakoç gibi şahsiyetler neden bundan sonra çıkartamayacağımızı ifade ediyorum. Maksadım buna dikkat çekmektir.
Evet, maalesef, şiirde uçuk-kaçık akım ve işkembeden sallayanlar değer görmektedir. Yapmayacağı şeyi yapmış gibi söyleyenler, karnından uydurduğu sözleri zırvalayanlar şiirde baş tacı edilmektedir.
Gelin bu noktada şu soru üzerinde kafa yoralım: “Edebiyat dergileri okunmuyor? Neden acaba hiç düşündünüz mü?” Rahmetli Ahmet Kabaklı’nın çıkarttığı Türk Edebiyatı Dergisi 1970-1980’li yıllarda zirvedeyken ve on binlerce basım yaparken, şimdiki sözde edebiyat dergilerinin tirajı 500 bile değildir.
Çünkü edebiyat dergiciliği adı altında ekipçilik ve adam kayırmacılık yapıyor. “Benim adamımdır, şiiri kötü olsa da dergide yayınlansın.” “Benim adamım değildir. Şiiri iyi olsa da dergide yayınlanmasın.”
Bu bakış açısıyla şiirler seçilir ve dergi çıkartılırsa, o edebiyat dergileri kim okur? Kimse okumaz. Ancak o dergide şiirleri yayınlanan 20-30 kişi o dergiyi alır ve o dergi de en fazla, 50 kişi tarafından satın alınır.
Çok fazla dolu ve duygulu bir yazı oldu. Ancak, hissiyatımı da tam olarak ifade ettiğimi düşünüyorum. İnşallah, edebiyatta ve özellikle şiirde istediğimiz zirvelere ulaşırız.
Vesselam.
Ahmet SANDAL