Hayata ve olaylara nasıl bakıyoruz? Bakış açımız nedir? İnsanlara ve tüm yaratılmışlara hangi gözle bakıyoruz? Görüşümüz ve fikrimizin bakışımızdan ve duruşumuzdan kaynaklandığını hiç düşündük mü? Bakış açımızı ve durduğumuz yeri değiştirmediğimiz müddetçe, aradan asırlar ve nice nice yıllar geçse de hiçbir şeyin değişmeyeceğini hiç idrak ettik mi?
Gelin bu yazıda hep birlikte “bakışlar ve görüşler” üzerinde duralım. Görüşümüzü değil, bakışımızı sorgulayalım.
Evet, görüşümüz bakışımızla ilgilidir. Bakışını değiştirmeyen görüşünü de değiştiremez. Bu söz fiziki olarak da böyledir, manevi olarak da böyledir.
Önce fiziki bakışa ilişkin açıklamalarda bulunalım.
Evinizin penceresinden dışarıya bakıyorsunuz ve bu bakış açınızda ve durduğunuz yer itibariyle gördükleriniz şunlar olsun: “Yolun sağında bir çeşme, yolun solunda bir bakkal var.” Ancak, bakışınızın dışında kalan bir de yolun sağında (yani biraz daha ileride) bir cami ve yolun solunda da (yani biraz geride) bir de kahvehane var.” Camii ve kahvehaneyi görmek için bakışınızı ve durduğunuz yeri değiştirmeniz ve daha geniş açıyla bakmanız gerekir.
Bu anlattıklarım bakışımızla ilgili “fiziki duruma” ilişkin bir açıklamadır.
Önemli olan fiziki bakış değil, manevi bakıştır. Konunun manevi yönü üzerinde düşündüğümüzde ve “bakışlar ve görüşler” bağlamında manevi ciheti dikkate aldığımızda şu hususlara işaret edebiliriz.
İnsanın zihninde düşündüğü hususlar bakışlarıyla ilgilidir. İnsanın zihninde esas aldığı noktalar onun kaderini belirler.
Her şeyde nefsimizi mihenk alırsak ve sanki Dünya bizim etrafımızda dönüyormuş gibi bakarsak göreceğimiz "Menfaattir." Ancak, çevremizi mihenk alırsak ve Dünya'da başkaları da olduğu noktasından bakarsak göreceğimiz şey "Kanaattir." Sonsuz nimetleri değil de, hayattaki bazı çileleri mihenk alarak bakarsak, göreceğimiz “Feryattir.” Ancak, bunca nimet, yiyecek, içecek, güzellikler yanında, hayatta bazen açlık, kıtlık ve bazı çirkinlikler de var diye bakarsak, göreceğimiz “Teferruattır.” İnsana yakışan teferruata takılmamak ve bütünü görmektir. İnsana yakışan her şeyde itiraz ve isyan değil, her şeyde ihsan ve imtihan sırrını araştırmaktır.
İşte bunu başarmanın yolu bakışlarımızdan geçer.
İsabetli bakanların tespitleri de isabetli olur. Bakış açısı doğru olanların görüşleri de doğru olur. Eğer şimdiye kadar bir yerlerde yanlış yapıyorsak, bunun bakışımızla ilgili olduğunu da ihtimal dahilinde düşünelim. Yanlışlık bakışımızda ise hemen bu yanlıştan dönelim.
Mesela, hoşgörüden yoksunsak, “insanları, canlılara nasıl bakıyoruz?” Bunu sorgulamamız gerekir. Hoşgörüden yoksun kişiler, “insanlara rakip ve mücadele edilecek varlıklar olarak mı bakıyorlar, tüm canlılara hayattaki fazlalıklar olarak mı bakıyorlar.” Büyük ihtimalle bakış açıları budur. Hoşgörüden yoksun kişilere tavsiyem şudur: “Hemen bu bakış açılarını değiştirsinler ve insanlara ve tüm canlı ve cansız mahlukata şöyle baksınlar: “Hepsi de ölümlü, herkes gün geldiğinde fani alemden baki aleme göç edecekler. Şu üç günlük Dünyada hepsi de benim yol arkadaşlarım. Tüm yaratılmışlar da Allah’ın birer emanetidir.” İşte ilk bakış açısından bu son bakış açısına geçen birisinin görüşü de değişir. Ancak ilk görüşe takılıp kalırsa görüşü de değişmez.
Başka bir misal daha verelim: “Kendimize bu Dünya’da biçtiğimiz rol, her şeyin en iyisine layık olmak ve başkalarına da biçtiğimiz rol benden arta kalanlar onların olsun”. Bu bakış açısındaki bir insanın görüşü şudur: “Cennet bana, cehennem başkalarına.” Bu insanın görüşünü değiştirmesi için bakışını da değiştirmesi ve “herkes herşeyin en iyisine layıktır. Bu arada ben de iyiye layığım” bakış açısıyla baktığında; “herkese cennet. Bu Dünyada ve Ahirette herkes huzurlu olsun. Kimse cehennem hayatı yaşamasın” görüşüne sahip olacaktır.
Bakışlarımız netice itibariyle ikiye ayrılır. Birinci bakışımız “akıl ve melek noktasından bakmak”, ikinci bakışımız, “nefis ve şeytan noktasından bakmak.” Hayatta mutluysan bakışın birinci noktadandır. Hayatta mutsuzsan bakışın ikinci noktadandır. Mutsuzsan bakış noktanı değiştir. Bakış noktası güzel olanın görüşü (yani düşüncesi) de güzel olur.
Yazımın bu noktasında şöyle sesleniyorum: “Ey İnsan! Gel de bu hayata, akıl ve melek cihetinden bak, asla ve asla nefis ve şeytan cihetinden bakma. Akıl ve melek cihetinden bak ve her şeyde güzelliği gör, her şeyde hikmeti fark et.”
Burada Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözüne yer vermek istiyorum: “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Vesselam.
Ahmet SANDAL