ESKİYE RAĞBET HAYRA ALAMET DEĞİL
"Ah eski karlar ah" diye bir iç çektik! Arkadaşım ile, belli belirsiz yağan kara pencereden bakarak.
Sonra sessiz düşüncelere daldım: “Karlar, eskisi gibi yağmıyor. Bize küstüler mi? Neden eskiden olduğu gibi, daha dolu, daha kalabalık gelmiyorlar. Karlar, kapımızı çalmaz oldular.”
Daha sonra çocukluğuma döndüm: “Müstakil bir evimiz vardı, Pazarcık’ta. İki odası olan, sanki bir kulübe gibiydi. Şimdiki gibi bir apartmanın bir dairesi değildi. Kar yağmışsa gece boyu, sabah kapıyı açamazdık kardan ve kalın bembeyaz kütleden. Kulübemiz bembeyaz kara gömülürdü.”
Bunları kendi evimiz özelinde düşündüm. Sonra Pazarcık genelinde düşündüm. Pazarcık’ta yaşı 60’ı geçen insanların hatırladığı bir büyük kar yağışı hadisesi var. Evet, “hadise” diyorum. Çünkü, hâlâ, bazı gelişmeler için “büyük kardan 2 sene önce doğdu, büyük kardan 3 sene sonra öldü” gibilerinden sözlerle, “büyük kar” hadisesi esas alınarak bir olaya atıf yapılıyor.
Nedir büyük kar?
Pazarcık’ta sanırım, 1967 yılında günlerce yağan kar yağışı sonrasında, evlerin kar altında kalması olayıdır. Ben o zaman 2 yaşında imişim. Tabi, hiçbir şey hatırlamıyorum. Kar, o sene, o kadar kaplamıştır ki Pazarcık’ı, insanlar kar yığınları içinden tünel açarak gidecekleri yerlere ulaşımı ancak böyle sağlayabilmişlerdir.
Karlar hakkında bunları düşündükten ve tekrar, “ah eski karlar ah” diye bir iç çekişten sonra asıl olarak şunları düşündüm.
Ne olacak bizim hâlimiz? Her yerde eskiyi arar olduk. İşte şimdi eski karlar diyoruz. Sırf eski karları mı özlüyoruz? Hayır! Eskiye özlemimizin haddi hesabı yok.
Eski filmler, eski şarkılar, eski yemekler, eski arkadaşlar, eski komşuluklar, eski oyunlar, eski evler, eski şehirler, eski mahalleler, eski sebzeler, eski meyveler, eski müdürler, eski valiler, eski başkanlar, eski öğretmenler, eski hocalar, eski imamlar, eski şairler, eski yazarlar, eski camiler, ,...
Eski, eski, eski, ...
Bu eskiye özlemin sonu nereye varacak?
Geçmişe olan imrenmişliğimiz nerde duracak?
Evet, doğruya doğru. Hakikat bu. Nereye giderseniz gidin, çoğu kimseden bu sözleri ya da buna benzer sözleri duyarsınız. “Eskiden şöyle yapar, şunları yapar, şöyle mutlu olurduk, şöyle oynardık, şöyle gülerdik”, gibi sözler kırıla gidiyor. İnsanımız adeta bir önceki gününe gıpta ile bakıyor. Ne oluyor bize, ne oluyor? Nedir bu mutsuzluk, nedir bu umutsuzluk ve nedir bu geçmişe hasretimiz?
Bir de şunları gözlemliyorum. Eskiye dönüş ve eskideki gibi mutlu günlere ulaşmak için, neye çare aransa, çözüm araştırılsa, neyin, eğitimi yapılsa, neyin üzerinde konuşulsa, derde derman olmuyor ve daha da karmaşık ve daha da içinde çıkılmaz bir hâl alıyoruz.
Haydi etkili iletişim kursları ve seminerleri düzenleyelim, insanların iletişimlerini yükseltelim diye plan yapılıyor ve uygulanıyor. Netice, yine hüsran, toplumda ne selam, ne kelam, herkes birbirinden uzayda boşlukta gezen yıldızlar gibi uzaklaşıyor.
Eskiden ailelerde şunlar vardı. İletişim çok iyiydi. Şimdi iletişim koptu. Haydi eğitim alalım ve aile fertlerini eğitelim. Eğitimler, kurslar, seminerler kırıla gidiyor. Sonuç yine aynı, aile içi iletişimsizlik almış başını gidiyor.
Ne yaparsak yapalım, eski mutlu günleri ve eski güzel şeyleri, eski değerleri bulamıyoruz. Bu bulamamışlık ve çaresizlik içinde, eski, eski, eski, ... diye feryat ediyoruz.
Evet, yukarıda da belirttiğim gibi.
Bu eskiye özlemin sonu nereye varacak?
Geçmişe olan imrenmişliğimiz nerde duracak?
"Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı" diye bir söz mü vardı?
Evet, evet böyle bir söz vardı. Artık bu söz de eskide kaldı! Çünkü eskiye rağbet var!
Ancak, eskiye bu rağbet çok da hayra alamet değil. Çünkü hayattaki lezzeti azaltıyor.
Evet, gerçek şu ki, eskiye rağbet hayra alamet değil. Çünkü umutsuzluk ve mutsuzluk meydana getiriyor.
Eskiye rağbet hayra alamet değil, geleceğe ilişkin kaygılarımız artıyor.
Eskiye rağbet hayra alamet değil, kâlbimiz eskisi kadar heyecanla çarpmıyor.
Ahmet SANDAL