Öleceğini bile bile yaşayan tek canlı insanoğludur. Hem de hiç ölmeyecek gibi, hem de hiç ölümü hatırlamadan…
Dün gece mübarek Beraat Kandiliydi,
Berat kelimesi; borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi mânâlara gelir. Berat kandili, Allah'ın ekstra rahmet, lütuf ve mağfiretiyle tecelli ederek, kullarına bağışlanma, kapılarını ardına kadar araladığı; müminlerin dualarına icabet ettiği, günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat fazla mükâfatlandırdığı bir zaman dilimidir.
Böyle bir zaman diliminde kaçımız beraat edebildik.
Mesela; “ Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” Hadisi Şerifine nazaran Müslüman kardeşleri açlıktan kırılırken, faşist işkencelerle yakılıp yıkılırken, her gün yüzlercesi öldürülürken bir dua etmekten aciz olanlarımızda beraat etmiş midir?
Ya da binlerce insan açlıktan ve susuzluktan kırılırken, malının zekâtını vermemekle kalmayıp, malındaki fakirin hakkını yiyen, yemeğinin ve ekmeğinin artanını çöpe bırakan israftan kaçınmayan, yediği fazlalıkları eritmek için kilometrelerce yol yürüyenler, spor solanlarında mesai harcayanlarımızda beraat edebildiler mi? ne dersiniz?
Suyu üfleyerek içerken, yetimin garibin ve gurabanın hakkını gözetmeyenler, üç kuruşluk menfaat için kırk takla atanlar, her gün bir başkasıyla zina yapanlar, paraya pula tapanlar, aklını küffara satanlar, doğru yoldan sapanlar da beraat edebildiler mi? Acaba…
Yılın 365 günü kendine bir çeki düzen vermeden yaşayanlar, yılın belirli günlerinde, mübarek gün ve gecelerinde camiye koşanlar, bu durum size de Avrupai gelmiyor mu? Ya da başka dinleri hatırlatmıyor mu?
Hepimiz aynı yerde saf tutuyoruz, aynı cenneti düşlüyoruz fakat dışarıda zengin ile fakir arasındaki fark kadar fark var birbirimizin hal ve davranışları arasında…
Sizce de Hz. Ömer’i özlemek gerekirken adaletini özlüyorsak, Hz. Osman’ı özlemek yerine ahlakını özlüyorsak, Hz. Ebubekir’i özlemek gerekirken Sadıklığını özlüyorsak, Hz. Ali’yi özlememiz gerekirken İlmini cesaretini özlüyorsak toplum olarak bir yanlışlık içerisinde olduğumuz aşikârdır.
Elbette ki Hz. Mevlana’nın da dediği gibi ;
“Gel, ne olursan ol yine gel, Bin kere tövbe etsen, Bin kere tövbeni bozsan da yine gel Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değildir” Gel, ne olursan ol yine gel. Düsturundan ayrılmayalım. Umutsuzluğa kapılmayalım. Tövbeden geri durmayalım ama kendimizi bir kere de kendi vicdanımızda aklayıp bir daha aynı günahtan tövbe etmek zorunda kalmayalım. Beraat gecesinden gerçekten beraat etmek için uğraş gösterelim. Daha kendimizi kendi vicdanımızla aklayamazken sırat köprüsünden geçmeyi hayal etmeyelim. Çünkü Kork o mahkemeden ki, hâkimin kendisi şahittir.
Hoşça ve DOSTÇA kalın.